Paris’e İlk Kez Gidecekler İçin Uzun Hafta Sonu Önerileri

Tam kışın ortasında, şubat ayının başında iki çift olarak Paris’teyiz. Soğuk ama yine de keyfimiz yerinde. Şehir çok güzel, Parizyen stile sahip, havalı insanlar görmek çok güzel… Gezi planımız ise tam readlist’e eklemelik. Hazırsanız, üç günlük seyahat rotamızı anlatmaya başlıyorum.
Küçük Bilgiler:
Nerede kaldım?: Hotel Des Deux-Iles
Toplam ne kadar harcadım?: İki kişi yaklaşık 1840 Euro (uçak ve otel dahil)
Kaç adım attım?: 69.528
En sevdiğim yer?: Şarap barı: L'Aller Retour Marais
İyi ki bavuluma koydum dediğim eşya?: Honey Lip Balm'ım. Soğuktan dudaklarım çok ihtiyaç duydu.
Neler giydim?: Jean, bol pantolon, kazak, sneaker, kalın bir mont. Spottan da anlaşılacağı üzere son derece spor takıldım.
Paris'ten ne aldım? Cilt bakım ürünleri. Citypharma gerçekten çok uygun fiyatlı.
1. Gün (Daha doğrusu ilk akşam)
Otelimiz “Hotel Des Deux-Iles”, Paris’in en güzel lokasyonlarından birinde yer alıyor. Notre Dame’a 5 dakikalık yürüme mesafesi. Sokağa girdiğimde kendimi Galata sokaklarında hissediyorum, öyle bir hava var. Dükkanlar tasarım ürünlerle dolu. Otelimize akşama doğru varıyoruz ve hemen yerleşip taksi çağırıyoruz.
Taksi şoförümüz Behzat abi ile yaşadığımız garip ve son derece komik (inerken maaşlarımızı soruyordu) sohbetten sonra Montmartre’ye varıyoruz. Sacré-cœur Bazilikası ilk durağımız. Acil mum dikmem lazım, dilekler gırla. Şaka bir yana şehrin en iyi manzaralı kilisesi. Şehri kuşbakışı görüp kiliseyi gezdikten sonra Montmartre sokaklarında geziyoruz. Gözümüze çarpan bir brasserie'ye oturuyoruz. Evet şarap ülkesindeyiz ama canımız bira istiyor. Zaten açız ve yemek rezervasyonumuza daha 1 saat var, o yüzden tam bira-patatesliğiz. Bira fiyatları pahalı geliyor, özellikle yeni Hamburg’dan döndüğüm için ama yapacak bir şey yok (9 euro).
Akşam yemeği için Paris’e gidiyorum deyince herkesin önerdiği Pink Mama’ya gidiyoruz. Üç katlı, tatlı bir binada yer alıyor. Masamız ikinci katta. İçeri girdiğimizde burnumuza balık olduğunu düşündüğümüz güzel bir yemek kokusu geliyor ama bu kokunun kıyafetlerimize çok kötü şekilde sineceğinden henüz haberimiz yok.
Masamıza yerleşiyoruz ve bol bol tadım yapabilmek için yemekleri tek tek ortaya söylemeyi tercih ediyoruz. Başlangıçlardan tatlıya kadar 5 üzerinden puanlamam şöyle;
Burrata (4/5): Domates sosunun tadı yazdan kalmaydı. Başınızı kaldırdığınızda göreceğiniz raflarda turşudan domatese birçok kışlık ürün bulunuyor. Peynirin tadı ise gerçekten çok lezzetliydi. Uzun zamandır bu kadar iyi burrata yememiştim.
Insalata di Carciofi (3/5): Enginarlı salataya puanım 3. Aslında kötü değil ama diğer yediğimiz yemeklerin yanında biraz sönük kaldı diyebilirim.
La Fameuse Pâtes à la truffe (5/5): Hayatımda yediğim en iyi makarna desem abartmış olur muyum acaba? Sanki olmam… Roma’da da efsane makarnalar yedim ama bu bambaşka bir seviye. Biz o kadar beğendik ki daha bitmeden bir tane daha ortaya söyledik. Trüf ve mantar seviyorsanız, mutlaka yemeniz lazım!
4 Fantastics (4/5): Napolitan tarzında yapılmış 4 peynirli pizza, hamurundan peynirlere kadar her şeyiyle lezizdi. Sadece makarna sonrası söylemiş olmamız biraz talihsiz oldu. Biraz daha açken yesek 5’lik olurdum.
Antrikot (2/5): Bu puan şaka değil! Şimdi size Paris’le ilgili çok önemli bir bilgi veriyorum. Her yerde geçerli olan az pişmiş et Paris’te resmen çiğ geliyor. Az pişmiş et masaya geldiğinde aklım çıktı. Neredeyse kasaplarda gördüğümüz et masamızdaydı. Biraz daha pişirmelerini istedik. Biraz yerine bayağı dememiz gerektiğini de etin masaya ikinci gelişinde anladık. Ben sadece 1 lokma yiyebildim, öyle söyleyeyim.
Crème brûlée (5/5): Geldik tatlıya. Kötü et yemeğinden sonra cennette gibi hissettim. Dışı çıtır çıtır, içi biraz akışkan… Yanında espresso ile harika gitti.
Mekana toplam puanım 5/5!
2. Gün
Bugün yapılacaklar listemizin en önemli adımı Louvre Müzesi. Randevumuzu 11.30’a aldık. Sabah kahvaltımız La Maison d'Isabelle isimli, yüksek puanlı bir fırında yapıyoruz. Daha doğru kruvasan ve sandviç alıp çıkıyoruz çünkü maalesef kahve yokmuş. Birkaç sokağa girip çıktıktan sonra tatlı bir kahve dükkanına geliyoruz. Hava da şansımıza çok soğuk olmadığı için dışarıdaki küçük masalarına oturup aldığımız kahvaltının yanına kahve sipariş ediyoruz.
Kahvaltıdan sonra Paris’in ikonik köprüsü Pont des Arts’a doğru yürüyüp oradan geçerek Louvre Müzesi’ne varıyoruz.

Burada önemli bir bilgi aktarayım: Biz Get Guide üzerinden Skip the Line bilet almıştık ama meğer tamamen kandırmacaymış, Louvre’da böyle bir uygulama yokmuş. Neyse ki aldığımız biletin fiyatı normale göre fazla değildi.
Sıra hızlı ilerliyor. İlk olarak eşyalarımızı vestiyere bırakıyoruz. Bizim görmek istediğimiz eserler Denon kanadında bulunuyor. Kanada girip başlıyoruz gezmeye. Gerçekten o kadar ihtişamlı ki büyülenmemek elde değil… Herkesin görmek için sıraya girdiği Mona Lisa’da bu kanatta yer alıyor. Biz bir uzaktan selam verip devam ediyoruz. Gerçekten önündeki sıra çok kalabalık.
Yaklaşık 2 buçuk saatin sonunda Sully kanadında bulunan “Heykelli Avlu”da biraz oturuyoruz. Not: Burası gerçekten çok güzel, mutlaka görmelisiniz. Artık o kadar yorulmuşuz ki kimsenin daha gezecek hali kalmadığı için çıkış yapmaya karar verdik.

Günün kalan kısmında çokça yürüyüş var. Rotamız sırasıyla; Tuileries Bahçesi, Concorde Meydanı, Alexandre III Köprüsü, Av. Montaigne, Champs-Élysées ve Zafer Takı. Champs-Élysées en ilgimi çeken yer oluyor. Özellikle lüks mağazaların vitrinlerine resmen dibim düşüyor.
Otelimize gidip biraz dinlendikten sonra akşam yemeğine Au Bourguignon du Marais’e gidiyoruz. Mekanın atmosferi hem şık hem rahat diyebilirim. Masamız cam kenarında. Oturuyoruz, güzel bir şarap seçiyoruz ve Fransız çorbasıyla başlıyoruz.

Fransız çorbası (5/5): Fransız çorbasını çok severim, benim için tek sıkıntısı bir süre sonra içindeki ekmeğin inanılmaz yumuşaması. Ekmeğe çok da dokunmadan içiyorum, gerçekten çok lezzetli.
Volovan (4/5): Fransız mutfağında milföy hamuru kullanılarak yapılan Volovan’ı biz burada mantar ve etli olarak yedik. Güzeldi ama çok da aklımda kalmadı.
Ördek konfi: (3/5): Ördek eti çok sevmediğim için puanı biraz düşük tuttum ama siz seviyorsanız mutlaka deneyin.
Yahni (5/5): Fransız mutfağının olmazsa olmazı yahni, bir gün önceki antrikottan sonra o kadar güzel geliyor ki, benden 5 puan almayı hak ediyor. Suyuna ekmek banarak yiyoruz, o derece.
Bu restoranda bizi rahatsız eden tek şey var; o da garson. Dün akşamki gibi her şeyi tek tek ortaya söylemek istiyoruz ama garson 4 kişi 1 yemek yiyip kaçacağımızı düşünüyor. Açıklamamıza rağmen surat asıyor… Buradan puan kırıyorum ve toplamına 4/5 veriyorum.
3. Gün
Üçüncü günün sabahını Orsay Müzesi’ne ayırıyoruz. Tabii öncesinde kahvaltı ve kahve keyfimiz var. Louvre ve Orsay’a çok yakında konumlanan Boulangerie BO&MIE Louvre-Rivoli’ye gidiyoruz. Bayağı bir sıra var ama yediğimiz her şey o kadar lezzetli ki beklemeye değiyor. Kruvasan ve sandviç alıyoruz. Bir gün önce yediklerimizden çok daha iyi. Kahvesi de gayet lezzetli.
Saat 11.00’de Orsay’a varıyoruz. Burada ciddi bir vestiyer savaşı var. Kilitli kutulara eşyaları koymak için gerçek bir uğraş veriyoruz. Ardından müzeyi gezmeye başlıyoruz. İlk durağımız beşinci kat çünkü müzenin en popüler eserleri burada yer alıyor. Van Gogh, Pierre-Auguste Renoir, Paul Gauguin gibi sanatçıların eserlerini görmek beni çok etkiliyor. Ve aşağıya doğru iniyoruz. 3. ve 4. katlar boşmuş meğer, biz bunu anlaya kadar bir süre geçiyor ve kaybolduğumuzu düşünüyoruz. Katlar arasında dolaşırken müzenin restoranından geçiyoruz. 2. kattaki tarihi eser olarak sınıflandırılan bu salonun avizelerine, fresklerle süslü yaldızlı tavanına ve müzenin ikonik saatine hayran kalıyoruz. Giriş katında ise 19. yüzyıl sanatçıların eserleri yer alıyor. Bu kısmı da gezdikten sonra, sanıyorum 2 saat içerisinde çıkıyoruz.
Öğle saatlerinde biraz keyif yaptıktan sonra sırada Notre Dame var. Giriş sırası gözümüzü korkutuyor ama neyse ki çok hızlı ilerliyor. Katedral dışarıdan o kadar ihtişamlı görünüyor ki içerisi beni maalesef çok etkileyemiyor. Asıl Sainte Şapeli’nin içi çok güzelmiş ama oraya gidecek vaktimiz kalmıyor. Notre Dame’dan çıkıp Ile De La Cite’de yürüyüş yapıyoruz, Hotel de Ville’nin önün geçiyoruz. Gün batımında ise Eyfel Kulesi’ndeyiz. Yukarı çıkmıyoruz, etrafında olmayı tercih ediyoruz. Açıkcası Eyfel’den çok etkileneceğimi düşünmemiştim ama yanılmışım… Özellikle gün batımında harika bir manzara sunuyor.

Akşam yemeğinde bir şarap bardayız; L'Aller Retour Marais. Küçük ve tatlı bir yer. Çalışanları da inanılmaz güler yüzlü. O kadar geniş bir şarap kavı var ki kafamız çok karışıyor ama garson imdadımıza koşuyor. Burası için tek tek puanlama yapmayacağım. Zaten dar bi menüsü var. Biz peynir tabağı ve iki çeşit et söylüyoruz. Özellikle antrikot çok lezzetli, bunu not olarak düşeyim.. Tabii ki yukarıdan bahsettiğim yanılgıya düşmeden etlerin iyi pişmesini söylüyoruz.
Mekana toplam puanım 5/5!
4. Gün
Artık dönüş günündeyiz. Öğle saatlerinde havalimanı için yola çıkmamız gerekiyor. Ancak aklımızda bir yer kaldı; Shakespeare And Company. Tam açılış saatinde bu meşhur kitapçıya gidiyoruz. İçerisinin atmosferi beni çok etkiliyor. Savaş döneminde yazarların bu kitapçıyı sığınak olarak kullandığını bilmek de üzerimde bir etki bırakıyor.
Biraz kitapları inceliyoruz, kitap almak istiyorum ama vakit dar ve o kadar kitabın arasından seçim yapamıyorum. Bir dahaki sefere deyip artık Paris’e veda ediyoruz…
Paris’e en kısa zamanda tekrar gitmem şart! Müzelerden galerilere daha görmek istediğim çokça yer var. Belki bu sefer daha rahat gezmek için bahar aylarını tercih edebilirim.
Au revoir Paris!