Kraliçe Arı Sendromu
Erkek yöneticilerin egemenliği altında kadın yöneticiler...
"Kraliçe Arı Sendromu" kulağa etkileyici gelebilir. Hatta sosyal medyada pompalanan “güçlü kadın”, “kraliçe ruhlu kadın” tasvirlerinin bir uzantısı gibi duyuluyor. Belki de bu yüzden bu sendromun isim annesi Carol Tavis, 1974’te kullandığı bu isimden pişman olduğunu söylüyor. Çünkü aslında karmaşık ağlarla kurulmuş eril iş hayatı sisteminin sonucu olan bir sendromu ifade etmek isterken isim şu an anlam kaybı yaşıyor.
Sendroma söz konusu olan “Kraliçe Arılar”, kadın çalışma arkadaşlarına karşı daha eleştirel olan otorite sahibi pozisyonlardaki kadınlar. Özellikle akademide ve erkek egemen özel şirketlerde uzun yıllar özveriyle çalışıp hatırı sayılır konumlara gelmiş olan Kraliçe Arılar, otoriteleri altındaki kadın çalışanlara, erkek çalışanlara kıyasla daha az anlayış gösteriyor. Onlara karşı daha zorlayıcı ve eleştirel davranıyorlar.
Kraliçe Arılar Tam Olarak Ne Yapıyor?
Forbes’ta yer alan ve Kim Elsesser’in kaleme aldığı Queen Bees Still Exist, But It’s Not The Women We Need To Fix yazısına göre, 2004 yılında Kraliçe Arı fenomeni üzerine yapılan bir çalışmada, üniversite öğretim üyelerinden bölümlerindeki doktora öğrencilerinin bağlılığını derecelendirmeleri istenmiş. Erkek öğretim üyeleri, erkek ve kadın doktora öğrencilerinin kariyerlerine eşit derecede bağlı olduklarını düşünmelerine rağmen kadın öğretim üyeleri, kadın öğrencilerin erkek öğrencilere göre daha az bağlı olduklarını düşünmüşler. (Erkek ve kadın öğrenciler kariyerlerine aynı düzeyde bağlılık bildirmişler).
Son on beş yılda daha fazla kadın iş gücüne ve akademiye katıldığından, araştırmacılar bu fenomenin ortadan kalkacağını umuyormuş. Fakat British Journal of Social Psychology'de yeni yayınlanan bir araştırma, üst düzey kadın profesörlerin hâlâ kadın öğrencilerin erkek öğrencilere göre kariyerlerine daha az bağlı olduğuna inandığını göstermiş.
Bu konuda kendi yaşantımda gördüğüm ve etrafımdan duyduğum örnekleri düşünüyorum. Mezun olduğumdan beri erkek egemen bir sektörde görece kurumsal yerlerde çalışıyorum. Küçük bir haksız eleştiriye baş kaldırdığınızda “kendine güven, bu kadar etkilenme”, “burası böyle bir ortam, değiştirmek için çabalamak senin zararına olur” gibi söylemlerin bana ve kadın iş arkadaşlarıma nasıl yöneltildiğini biliyorum. Hatta ekibinizde sizinle aynı pozisyondaki erkek iş arkadaşlarınız dahi kadın çalışanlara daha anlayışsız davranıldığını fark ettiklerini söyleyebilirler.
20’li yaşlarımızda kariyerlerimiz hakkında sohbet ederken, arkadaşlarımla keşfettiğimiz bir pattern oldu bu. (Akşam küçük bir Google aramasıyla 1974’e giden bir konu olduğunu anlayacaktım.) Hepimiz erkek egemen sektörde, kurumsal sistemi varmış gibi davranan patron ofislerinde çalışıyorduk. Duyduğum en ilginç şeylerden bazıları ofis giyimi ile ilgili. İnsan kaynaklarının ya da direkt kendi departmanınızın yetkili kadın temsilcilerin yaptığı bir takım konuşmalar… Kadınlara çok daha fazla iş düştüğünü, kadınlar olarak iş dünyasında zaten zar zor bir konum elde ettiğimiz için özensiz ya da “üslupsuz” giyinmenin bizim için ne kadar tehlikeli olabileceği üzerine konuşmalar yaşayan arkadaşlarım var. Bu konuşmalar güya empatik bir dille ve durumun can sıkıcı olduğu kabul edilerek yapılıyor. Kadınlar, iş hayatı ve giyim çok dikenli bir konu. Erkekler iş hayatında kendilerini sadece “varlıklarıyla” var edebilirken kadınlar için bu yeterli olmaz. Bu konuda akla ilk “açık” giyinmekle ilgili eleştirilerin geldiğinin farkındayım ama çevremden duyduğum örnekler daha çok ciddiyetsiz ve dağınık görünmekle ilgili. Örneğin Kraliçe Arılar size iş hayatında her an görüşmeye çağrılmaya hazır ve özenli olmanız gerektiğini söylerken o sırada erkek ekip arkadaşlarınızın rahatlıkla salaş jogger pantolonlar ve baskılı tişörtler ile toplantı odasına gittiğini görebilirsiniz. İş hayatında giyim konusu biraz da ofis ve sektör kültürüyle alakalı. Eşit bir dinamik yakalanıyorsa ne ala. Ama bir tarafın nasıl göründüğüne dair yorumlar ve tavsiyeler yağarken diğer tarafın bunları ruhu duymuyorsa burada gerçekten eşit bir dinamiğin olmadığını anlayabiliriz.
Peki Kraliçe Arıların Derdi Ne?
Forbes’taki aynı yazıya göre, kariyerlerinin başında cinsiyetleri dolayısıyla önyargıya maruz kalan Kraliçe Arılar, kendilerini kanıtlamak ve oldukları konuma gelebilmek için erkek çalışanlara kıyasla kişisel hayatlarından çok daha fazla fedakarlık yaptıklarını söylüyor. Bunların sonucunda Kraliçe Arılar, diğer kadınlardan ne kadar farklı olduklarını vurgulamaya ve karşı karşıya kaldıkları cinsiyet stereotiplerini uygulamaya başlayabilir. Cinsiyet önyargısı ile Kraliçe Arı Sendromu arasındaki bağlantıyı göstermek için araştırmacılar, kadınlardan cinsiyetlerine göre değil, liyakate göre yargılandıkları bir zamanı düşünmelerini isteyerek Kraliçe Arı Davranışını ortadan kaldırabilmişler.
Çalışmayı yapan profesörlerden Naomi Ellemers, "Bu kadınlar başarılı olmak için olağanüstü bir bağlılık göstermeleri gerektiğini biliyorlar ve bu da diğer kadınların da aynısını yapmaya istekli ve yetenekli olmaları gerektiğinden daha az emin olmalarına neden oluyor." diyor. Başka bir deyişle, “daha kıdemli kadınların, daha genç kadınların başarıya ulaşma şansına sahip olmak için ‘aşırı bağlı’ olmaları gerektiğini fark ettiğini” söylüyor.
Sorunun ana kaynağını tespit etmek, neyle mücadele etmeye enerjimizi sarf etmemiz gerektiğine dair doğru bir perspektif sunar. Bu noktada Kraliçe Arı fenomeninin, iddialı ve sert kadın liderlerin özünde var olan bir özellik olmadığını, aslında erkek egemen iş kültürlerinde kendilerine çokça fedakarlıkla açtıkları yeri kaybetmemek ve bu zorlanmanın etkisi olarak hemcinslerine daha şüpheli ve kaygılı yaklaştıkları için bu sendromun doğduğunu söyleyebiliriz.