I Do (I Think): Allison Raskin ile Evliliğe Dürüst Bir Bakış

Haziran ayında evleniyorum. “Neurodivergent” biri olarak söyleyebilirim ki benim gibi bir insanın hayatında yapabileceği en korkutucu şeylerden biri bu. Hayatında yapabileceği en korkutucu şeylerden birini yapan biri olarak söyleyebilirim ki kendimden hiç beklemediğim kadar sakinim. Dünya üzerinde başıma gelen herhangi bir şeyi anlamlandırmak için refleksim o şey hakkında okumak olduğundan bu sıralar Allison Raskin'in "I Do (I Think): Conversations About Modern Mariage" isimli kitabını okuyorum. Okudukça kitabın girişinde Allison'ın kendi eşi John'a yaptığı ithaf daha anlamlı hale geliyor, yerine kendi eşimin ismini koyup tekrar okuyorum: "To John, You're Worth the Risk".
Allison Raskin benim BuzzFeed'de çalıştığı yıllardan beri takip ettiğim bir içerik üreticisi & yazar. İki yıl önce kendisinin romantik ilişkilere dair Over Thinking About You: Navigating Romantic Relationships When You Have Anxiety, OCD and/or Depression kitabını okumuştum ve bana çok yardımı olmuştu. Şimdi de evlilik üzerine düşündüğüm pek çok şeye yeni kitabında yanıt buluyorum.
Evlenmeseydim Beni Hiç Kutlamayacak mıydık?
Evlilik teklifinden sonra insanlara haber verecek geçirdiğim iki ayı, sinirlenerek geçirdim diyebilirim. Sebebi ise insanların bu habere, benim için bu zamana dek hiç olmadığı kadar çok sevinmeleri. Kulağa garip geliyor biliyorum. Hayatım boyunca iyi kötü pek çok şey “başardım” sayılır. Hukuk fakültesini bitirdim. Avukat oldum. Finansal bağımsızlığımı elde ettim sonra onu riske atarak kariyer değiştirdim. Yazar oldum. Prestijli yerlerle çalışmaya başladım. Ekonomi hukuku yüksek lisansı yaptım. Moda yazarlığı üzerine dersler vermeye başladım. Normal olarak bunları aileme, yakınlarıma, arkadaşlarıma özetle sevdiğim insanlara haber verdim. Ama nedense hiçbiri evleneceğimi haber verdiğimdeki kadar yüksek, mutlu tepkiler almadı ve bu durum gerçekten beni üzüyor.
Uzun yıllar hayatı bekar deneyimlemiş ve bu kararın özellikle Türkiye gibi evlilik konusuna takıntılı bir ülkede yarattığı önyargılara hâkim biri olarak, kitaptan aklıma kazınan cümle şu oldu:
“Evlilik, dünyaya resmi olarak "yetişkin statüsüne" ulaştığınızı gösteren mecazi bir geçiş haline geldi. Sonuçta, evli eşler her türlü ilişki içinde en fazla toplumsal onaya sahip olan konumunda ve bu sosyal meşruiyet, değerli bir varlık olarak görülüyor.”
Durum gerçekten de böyle. Hele ki ülkemizde kesinlikle böyle. Evlenmek bir noktada sanki sizin “normal” olduğunuzu, gerçek bir yetişkin olduğunuzu, sözleri ciddiye alınmaya değer biri olduğunuzu kanıtlayan bir statü konumunda. Sadece bu durum bile kendini feminist olarak tanımlayan biri olan benim için bu sürecin tadını, keyfini bulandırıyor. Tümüyle rastgele bir biçimde âşık olmuş olmamın, hiçbiri rastgele olmayan ve çok çabalayarak yaptığım onlarca şeyin üstünde tutulmasına istemsizce sinirleniyorum. Hiç evlenmediğim senaryoyu düşünmeden edemiyorum. Olimpik bir sporcu ya da Oscar alabilecek bir oyuncu olmadığım da düşünülürse eğer hiç evlenmeseydim sevdiğim insanların tümü beni kutlamak için ne zaman bir araya gelecekti? Cenazemde mi?
I Do (I Think): Conversations About Modern Marriage
Kurumun kendisine ve toplumun ona bakışına olan bütün sinirime rağmen neden evlenmek istedim? Sanırım I Do (I Think)’i sevmemin en önemli sebeplerinden biri Allison Raskin’in de aynı endişelerle bu soruya yanıt arıyor olmasıydı. Spoiler alarmı: “Âşık oldum ve evliliği, bu seviyede bir bağlılığı deneyimlemek istiyorum.” dışında pek de tatmin edici bir yanıtı yok. En azından ben ve Allison için yok. Ama Allison, dolu dolu bir içeriğe sahip kitabında evliliğe gerçekçi bir bakış açısıyla yaklaşıyor ve her yönüyle sorguluyor: Evlilik fenomeninin tarihi zannettiğimiz kadar kötü mü? Hayat ortağımızı neye göre seçeriz? Aynı evi paylaşmak bir opsiyon iken neden evlenelim? Evlenmek için "doğru" zaman var mıdır? Neden bir bağlanma sorunları salgınıyla karşı karşıyayız? Ortak bir banka hesabı açacak mıyız yoksa açmayacak mıyız? Çift terapisinden faydalanmalı mıyız? Cinsel çekimimizi nasıl ayakta tutacağız? İşler yolunda gitmediğinde ne olacak? Ya bir gün boşanırsak…
Kitapta hepimizin kendine sorduğu bu soruların yanıtlarını hem bu deneyimler yaşamış insanlardan hem de lisanslı psikologlar, finansçılar, seksologlar gibi uzman kişilerden dinliyoruz. Zerre hazzetmediğim bir tür olan “kişisel gelişim” kitaplarından farkıysa hem yazarın hem de katkıda bulunanların bazı soruların mutlak yanıtları olmadığını kabullenmesi ve bunu açıkça söylemesi. Çünkü bence, evliliğe dair iyi veya kötü önyargılarımızın tümünün temelinde spesifik bir örneği (genelde ebeveynlerimizinkini) her ilişki için norm kabul etmemiz yatıyor. Oysa her bir ilişkinin ve içindeki kişilerin dinamikleri kendilerine özel. Allison’ın deyimiyle: “Bambaşka hızlarda ve bambaşka önceliklerle hayatı deneyimliyoruz.”
Yüksekten Açılan Bahisler Hala Bahistir.
Romantik ilişkiler bence bir insanın hayatındaki en samimi, en mahrem bu yüzden de belki de en tetikleyici şeylerden bir tanesi. Kırılmaya bu denli açık olmayı kabullenmek kolay değil. Kendi üzerinizde ne kadar çalışırsanız çalışın ne denli terapi alırsanız alın ne kadar çok okursanız okuyun ve hatta partnerinizi doğru seçmek için ne kadar analiz yaparsanız yapın günün sonunda romantik bir ilişkinin istediğiniz gibi gidip gitmeyeceğini öğrenmenin tek bir yolu var: O ilişkinin içinde olmak! Bence evlilik için de durum aynı.
Nişanlısının kendisini aniden terk ettiği bir deneyim yaşamasına rağmen kendini aşka kapatmayan ve bugün başka biriyle mutlu bir evlilik sürdüren Allison da aynı fikirde: "Kimi seçerseniz seçin, nasıl seçerseniz seçin gerçek ‘iş’ siz o kişiyi seçtikten sonra başlayacak. Garip de olsa bu kontrol eksikliğini kabullenmek bir kalp kırıklığının ardından kendinize olan güveninizi yeniden kazanmanıza yardımcı olabilir. Evet, bazen kalbimizi kime açtığımız üzerine yeterince düşünmeden hareket etmek bariz uyumsuzlukları gözden kaçırmamıza sebep olabilir. Ama çoğu zaman üzerine düşünülmüş bir bahis oynuyoruz. Unuttuğumuz şey bunun günün sonunda bir bahis olduğu. İhtimaller ne kadar iyi olursa olsun."
Here Comes the Bride!
Sınıfçı, cinsiyetçi ve ayrımcı bir tarih… Büyük bir sorumluluk… Yasal bir bağlılık… Duygusal bir risk… Tüm bunlar bir insanı evlenme fikrinden soğutabilir. Peki ya soğutmadıysa? Her şeye rağmen hayatını ruh eşi olduğuna inandığı biriyle birleştirmek isteyen ve bunun için gelinlik, düğün mekânı gibi onlarca şeyi organize ederken “gelin hanım” diye seslenilip durulan biri olarak kulaklarımda üniversitede hukuk sosyolojisi dersine giren hocamın sözleri var: “Farkında olmak rahatsız edici bir durumdur ve farkında olanın buna katlanması gerekir.” Gerçekten de böyle. Evlilik kavramının romantik olduğu kadar çirkin yüzleri de olduğunun farkındayım ve belki de bana gecenin ikisinde bu yazıyı onuncu kez düzelttiren motivasyonu buradan ediniyorum.
Ben 2025 yılında yaşayan bir feminist olarak bir araya gelme motivasyonunun sadece aşk olduğu, eşitler arası bir evlilik planlıyorum ve eğer bu evlilik bana anlamsız bulduğum bir ayrıcalık edindirecekse bunu bir şekilde cinsiyet eşitliğini vurgulamak için kullanmak isterim. Çünkü Allison’ın da dediği gibi: “Evlilikle ilgilenenler için, onun sağladığı ayrıcalıkları görmezden gelmek ve başımızı devasa beyaz elbiselerimizin içine gömmek yerine, en azından içsel olarak kabul etmenin önemli olduğunu düşünüyorum. Bunu bireysel ve toplumsal düzeyde daha adil bir yapıya dönüştürmek için proaktif olabiliriz; hatta yalnızca onun hakkında konuşma ve düşünme şeklimizi değiştirerek bile bu dönüşümü başlatabiliriz.”