Kadın Dayanışmasıyla Kırıldığımız Yerden Parlıyoruz

Hayatın gerçekten zorlaştığı anlarda, kalbim kırıldığında, bir kararın eşiğinde bocalarken ya da kendimden utanırken, hep kadınlar vardı yanımda. O anda fark etmedim belki ama geriye dönüp hayatımın kırılma anlarına baktığımda, kalbim kırıldığında beni arayıp ağlamama izin veren, hastalandığımda başımda bekleyen, “Ben de aynı şeyleri yaşadım” deyip bana acıyan gözlerle değil, anlayan gözlerle bakan, beni tekrar bana hatırlatan kişilerin hep kadınlar olduğunu görüyorum. Son yıllarda bu kadın dayanışmasının kıymetini daha çok anlıyorum. Çünkü o görünmeyen bağlar, küçük cümleler, paylaşılmış utançlar ve “Ben de oradan geçtim” diyen bir kadının sesi, bazen tek ihtiyaç duyduğumuz şey olabiliyor.. Ama ne yazık ki bu sesi duymak, her zaman bu kadar kolay değil. Kadınlar olarak birbirimize şifa olduğumuz kadar, aynı sistemin içinde birbirimizi yararladığımız zamanlar da oluyor.
İçimizdeki Rekabetçi Kadını Tanımak
Bu erkek sevgisinin, kadınlara küçüklükten beri usul usul öğretildiğini ilk kez 17 yaşımda fark ettim. Ne hissettiğimi tam çözemediğim, sınırlarımı yeni yeni tanımaya çalıştığım bir yaştaydım. Ve o sırada, 21 yaşında bir kadından bir mesaj aldım. Sert, suçlayıcı ve utandırıcıydı. Sanki bir erkek için savaşan iki düşmanmışız gibi konuşuyordu benimle. Oysa ben düşman değil, sadece şaşkındım. Ama o mesajı okurken içimde bir şey çözüldü: Biz kadınlar, erkekleri “kaybetmenin” utancıyla ve başka bir kadını suçlamanın doğallığıyla büyütülmüştük. Erkek sevgisinin kutsal, kadınların ise birbirine rakip olduğu bir düzenin tam ortasındaydım. O kadına bugün kızgın değilim. Aksine, teşekkür ederim. Çünkü onun bana yazdığı o mesaj, gözümü açtı. Bana bu düzenin nasıl işlediğini, kadın düşmanlığının sadece erkeklerde değil, bazen kadınların içinde de büyüyüp yeşerebildiğini öğretti. Belki farkında bile değildi. Belki onu da böyle bir dünya büyüttü. Ama o gün, bu sistemin bize “normal” gibi sunduğu rekabetin aslında ne kadar hastalıklı olduğunu anladım. Ve içimizdeki o rekabetçi kadını susturmadan, birbirimize dost olamayacağımızı da. Çünkü biz 17 yaşındaki bir kızları tehdit etmek için değil. Oturup elini tutmak için varız. Kendimizi onun yerine koymak için, “ben de geçtim oralardan” diyebilmek için.
Peki O İç Sesi Susturmak Mümkün mü?
Bence evet. Ama önce onu tanımamız gerekiyor. O sesi herkes farklı duyar. Kimimizde “Kendine bak, diğer kızlar senden daha güzel” diye fısıldar. Kimimizde “O erkek seni istemedi çünkü sen yetersizsin” der. Bazen arkadaş ortamında diğer bir kadını küçümseyerek konuşur. Bazen de başka bir kadının mutluluğunu kıskanarak kendini avutmaya çalışır. Ona farklı kılıklar giydiriyoruz: “Ben sadece gerçekçiyim,” diyoruz, “ben farklıyım,” diyoruz. Ama aslında hepsi aynı yere çıkıyor. İçimizdeki erkek onayına aç kadın, hem bizi hem birbirimizi sessizce kemiriyor. O sesi susturmak, büyük bir savaş değil. Bir karar sadece. Küçük küçük, bazen bir kadına “Ne güzel gülüyorsun” demekle başlıyor, bazen de arkadaşının arkasından konuşulurken sessiz kalmamayı seçmekle. Sevgisini kaybettiğin bir erkeği değil, senin yanında kalan kadını aramakla başlıyor.

Çünkü bir kadın başka bir kadının yarasına elini koyduğunda, dünya yerinden oynamıyor belki ama içeride bir şey, çok derinden, değişiyor. Erkek sevgisi bize bir tür hayatta kalma stratejisi gibi öğretilse de hiçbir erkek, seni sen gibi gören bir kadının bakışı kadar onarıcı olamıyor. O bakışta ne beklenti var ne hüküm; sadece tanıma var. “Sen de bendensin,” diyen bir şey. Belki de en büyük özgürlük, artık bir erkek tarafından seçilmeyi beklememek. Birbirimizi seçmek. Yaralarımızı tanımak, hatalarımızla yüzleşmek, içimizde büyütülen o sesi her gün biraz daha kısmak. Çünkü sonunda, ne kadar dolanırsak dolanalım, ne kadar eksik hissedersek hissedelim, elimizde kalan yine birbirimiz oluyor. Kadınlar. Hikâyelerini birbirine açan, utancı paylaşan, birbirine omuz olan kadınlar. Ve belki de yeni bir dünya, tam da burada başlıyor birbirimizi suçlamayı değil, duymayı seçtiğimiz yerde.