Dikiş Makinesinden Bir Evren Yaratmak: Eda Yorulmazoğlu

Kendiniz olmanın ötesine geçebileceğiniz bir evren düşünün. Bedeninizin sınırlarını aştığınız, fazladan uzuvlarla dans ettiğiniz, çocukken içinizde bir yere sakladığınız hayal gücünü yeniden giydiğiniz bir dünya… İşte tam orada Eda Yorulmazoğlu’nun atölyesindeyiz. Chicago’da başlayan bu yolculuk, bugün Muğla’da, doğanın ve sessizliğin içinde kendi ritmini bulan bir yaratıcıya evriliyor. Onun için kostüm sadece bir giyisi değil, bir duygunun, bir hatıranın, bir gülümsemenin somut hali. Benimsediği giyilebilir sanat formuyla hem kendine hem başkalarına alan açıyor. Bazen bir rüya, bazen duyduğu bir ses, bazen de bastırılmış bir çocukluk duygusu şekil alıyor ve kumaşa, tüye, hacme dönüşüyor. Şimdi, bu yaratıklarla dolu evrene adım atıyor ve Eda’nın içsel arşivine birlikte göz atıyorsunuz.
Seni hiç tanımayan birine kendini anlatacak olsan… “Ben Eda ve…” diye başlayan cümle nasıl devam ederdi?
Ben Eda, hayal gücüyle kurduğu dünyaları yaratan, bu dünyaları koşuşturan ve dolanan yaratıklarla dolduran tutkulu bir yaratıcıyım.
Ne okudun, nerelerde bulundun, bu yaratıcı yolculuk hangi sıralarda başladı? Bize biraz sanatla, tasarımla ilk flörtlerinden bahseder misin?
Yaz aylarında dikiş dersleri alarak başladım. Bu komik bir hikaye çünkü annemin arkadaşları ona hep kızardı. Beni dışarıda oynamak yerine derse zorladığını sanırlardı ama bu tamamen benim tercihimdi. Hiç pişman olmadım. Sonrasında SAIC’te (School of the Art Institute of Chicago) eğitim aldım.

Kıyafet dikmenin senin için bir sanat formuna dönüşmesi nasıl başladı?
Kıyafet dikmeye her zaman meraklıydım ama sıradan kıyafetler hiç ilgimi çekmedi. Zaten fazlasıyla var ve daha fazlasına ihtiyacımız yok. Ben daha çok heykelsi, benzersiz parçalar yaratmaya ilgi duydum. Bu da lise yıllarında başladı. Sanırım, sadece basit kıyafetler yapmaktansa bunu yapmayı daha çok sevdiğimi fark ettim. Ama hala terzilik sanatını öğrenmek ve temel-ileri dikişi kavramak benim için çok önemli.
Eserlerinde “yaratık” imgeleri çok güçlü. Bu figürler senin dünyanda neyi temsil ediyor?
Beni en çok bu tür modeller ilhamlandırıyor. Moda tasarımcıları kıyafetleri küçük modellerin üzerine giydirdiğinde, izleyici sürekli kendini bu gerçek dışı güzellik standartlarıyla kıyaslıyor. Bu yüzden modellerimle daha çok eğlenmeye karar verdim. Genellikle içsel yaratık enerjisine sahip insanlara çekilirim. Bazıları için bunu göstermek çok kırılgan bir şey ama kıyafetlerimi giydiklerinde bu enerji doğal olarak ortaya çıkıyor. Seyirci benim işlerimi izlerken modellerin beden tiplerine değil, kişinin hissine ve kıyafetin görselliğine odaklanıyor. Kolları, ayakları dönerken giyenin enerjisini hissedebiliyorlar
Rüyalar, çocukluk anıları ve kişisel deneyimlerin tasarımlarında önemli bir yer tutuyor. Belleğinle kurduğun bu yaratıcı ilişki nasıl işliyor?
Yaratmaya başlamadan önce içimde böyle özel, çocukça bir yan olduğunu bilmiyordum. Çocukken çok vahşi bir hayal gücüm vardı ama bunu hep kendime sakladım. Okula, hayata ve çok genç yaşta yaşadığım anksiyete ile baş etmeye daha çok odaklıydım. Bu yüzden yaratıcılığımı hiç tam olarak keşfetmedim. Çizmeye ve resim yapmaya başladım ve üniversitenin üçüncü yılında ancak kendimi bulabildim. Beni mutlu eden şeyleri yapmak istediğimi fark ettim, yapmam gerektiğini düşündüklerimi değil.

Kostümlerini tasarlarken önce form mu geliyor aklına, yoksa anlatmak istediğin duygu mu? Sürecin nasıl başlıyor?
Bu süreç oldukça değişken. Bazen bir rüyayla başlıyor, gün içinde şekiller ve sesler yavaşça bir araya geliyor. Bazen komik ya da travmatik bir şey oluyor ve bunu hatırlamak ya da onunla yüzleşmek için tasarlıyorum. Bir keresinde yoga dersine gitmiştim, çalan ses kafamda bir yaratığa dönüştü. Derste kahkahayı tutamamıştım ama sonunda en sevdiğim yaratıklarımdan biri o oldu.
Sanat, sanatçının iç dünyası, zekası, duyguları ve deneyimleriyle ilgilidir.
Senin gibi multidisipliner düşünen biri için moda ve sanat arasında net bir çizgi var mı? Varsa, sen o çizginin neresindesin?
Genel bir tanım olduğunu düşünmüyorum. Bence her şey öznel. Yüksek moda markalarına baktığımda bazen onları sanat olarak görmekte zorlanıyorum. Evet, bir şey hissettirmek istiyor olabilirler ama sonuçta amaç para ve arkasında çoğu zaman sönük bir ilham var. Üstelik bu fikirler genellikle sanatçının kendisinden bile çıkmıyor. Sanat, sanatçının iç dünyası, zekası, duyguları ve deneyimleriyle ilgilidir. Gerçek sanat bir tür terapi gibidir. Tabii ki hedef satmak, ne yazık ki yaşadığımız dünyada başka seçenek yok. Ama yine de ne zaman gerçek bir sanatla karşılaşsan, onun arkasındaki kişiyi hissediyorsun. Günlük hayatta gösterilmeyen bir şeyi sana açıyorlar ve bence bu çok özel.

Giyilebilir sanat kavramı senin için ne anlama geliyor? Bir parçanın sadece estetik değil duygusal bir deneyim yaratması sence neden önemli?
Giyilebilir sanat, herkese göre farklı şeyler ifade edebilir. Benim için bu, giyen kişinin içindeki şeyleri ortaya çıkaran bir parçası. Kıyafetlerimi giyip sonra bana sarılıp ağlayan insanlar oldu. Çocuk gibi hissetmeyi özlediklerini ya da içlerinde bir şey keşfettiklerini söylediler. Kostümlerimi giyince tamamen değişen insanlar oldu. Çok sakin ve ağırbaşlı bir arkadaşım, bir yaratık kostümünü giydi ve durmaksızın koşturmaya başladı. Onu daha önce hiç öyle görmemiştim. Çok gülen, neşeli biriydi, izlemek çok güzeldi. Bu yüzden benim için giyilebilir sanat, belki de giyilebilir terapi… Bazen yeniden çocuk gibi hissetmeye ihtiyacımız var.

Tasarımlarında çoğu zaman güzellik kavramını zorluyorsun. Geleneksel estetik anlayışına meydan okurken nasıl bir özgürlük hissediyorsun?
Moda gibi güçlü bir endüstrinin bu kadar katı ve ilhamsız bir güzellik fikrini dayatması gerçekten kalp kırıcı. Dünyada o kadar çok güzel insan ve yaratık var ki, çoğu zaman görmezden geliniyorlar. Ben işimle bu insanlarla tanışmak, onlara parlayacak bir alan sunmak ve onların benzersizliklerini kutlamak istiyorum. Yol boyunca tanıştığım insanlar hayatımı değiştirdi, bakış açımı genişletti. Birlikte çok güzel bir dünya kurduğumuzu hissediyorum. Bu anları hep hatırlayacağım ve yaratıcı gücümü bu yönde kullanmaya devam edeceğim.
RuPaul's Drag Race podyumunda kendi tasarımını görmek nasıl bir deneyimdi? Bu görünürlük senin üretim motivasyonunu nasıl etkiledi?
RuPaul’s Drag Race için tasarım yaparken sadece briefin kısa bir özetini alıyorsun. Müşterinle bir tasarım üzerine konuşuyorsun, sonra onu dikiyorsun, gönderiyorsun ve bir yıl boyunca bir daha görmüyorsun. Yayınlanana kadar ara ara ne tasarladığımı, nasıl göründüğünü unutuyordum. Sanki yeniden doğuyor gibi, sahnede ışıklar altında izlemek inanılmaz bir duygu. Jürilerin nasıl karşılayacağını bilmediğin için biraz korkutucu da olabiliyor ama şimdiye kadar hep iyi geçti. Tasarımlarımı sahnede görmek çok hoşuma gidiyor.
Sanatını bir terapi aracı olarak kullandığını söylüyorsun. Bu yaratım süreci seni en çok hangi duygulardan geçiriyor?
Yaratım sürecindeyken her duyguyu hissedebiliyorum. Duygunun kendisi tasarımı etkileyebiliyor.

Karanlık bir dönemden geçen biri sana “bir şey üretmek istiyorum ama yapamıyorum” dese, ona ne söylersin?
Ona her zamanki rutininden tamamen farklı bir şey denemesini öneririm. Her zaman işe yarayan yöntemlerimiz bile bazen çalışmaz, bu da gayet normal. Konfor alanının dışına çıkmak çok ilham verici olabilir ve kendin hakkında değerli şeyler öğretebilir. Farklı materyallerle çalışmak, yürüyüşe çıkmak, müzik dinlemek ya da sadece bir parkta hiçbir şey yapmadan oturmak bile olabilir. Zor bir dönemden geçerken kendimi masajla şımarttığım olmuştu, orada çalan meditasyon müzikleri bana yeni fikirler verdi. Ayrıca ilk kez seramikle uğraştım ve bu da yepyeni bir koleksiyonun kapısını açtı. İlhamın nerede seni bulacağını asla bilemezsin!
Farklı disiplinleri (heykel, tekstil, video) bir arada kullanıyorsun. Bu geçişken yapı üretiminde nasıl bir ifade özgürlüğü sağlıyor?
Bir kostüm yaratma ve onu hayata geçirme süreci gerçekten büyülü. Basit bir çizimle başlayan yolculuk, düz bir kalıba, bir örnek çalışmaya ve sonunda canlı, dokulu bir başyapıta dönüşüyor. Sonra bu parçayı bir performans sırasında ya da videoda birinin üzerinde izliyorsun ve kendi kişiliğini geliştirmeye başlıyor. Bu inanılmaz bir deneyim!

Kostüm tasarlamakla kalmayıp bir karakterin ta kendisi olsan, hangi filmde yaşamak isterdin?
Teletubbies! Çocukken bana biraz korkutucu gelirdi ama artık o dünyaya bayılıyorum. Renkleri, formları, tarzı… Teknik olarak çocuklar için yapılmış ama bir yetişkin olarak izlemek hala çok eğlenceli.
Işıklı bir drag podyumu mu, yoksa günlerce uykusuz yaratık dikilen stüdyo mu sana daha çok “evdeyim” hissi verir?
Stüdyom benim sığınağım, evimden öte bir yer. Her şeyin başladığı, kendimi en güvende hissettiğim alan. Orada tamamen kendim olabiliyorum ve bana neşe veren şeyleri yaratıyorum.
Bugün seni en çok ne heyecanlandırıyor? Üretiminde yeni keşfetmekte olduğun bir şey var mı?
Yakın zamanda Muğla’ya taşındım ve büyük bir şehirde yaşamamak benim için çok farklı bir deneyim. Su ve doğayla çevriliyim, bu hep hayalini kurduğum bir şeydi. Amerika’da büyüyüp 26 yıl orada yaşadıktan sonra hayatımın böyle bir yöne evrileceğini hiç düşünmezdim. Bu ortamda neler yaratacağımı görmek için çok heyecanlıyım.