Beden Olumlama mı Beden Tarafsızlığı mı?
Bizi asıl güzel kılan yaptıklarımız, düşüncelerimiz ve fikirlerimiz değil midir?
Başrolünde Joey King’in oynadığı ve Netflix’te yayınlanan Çirkinler (Uglies) filmi şu sözle başlıyor: Hayatım boyunca güzel olmak istedim. Öyle olunca her şey değişir sandım. #değişmedi
Film herkesin görsel olarak en “mükemmel” haline ulaştığında nefretin ve ayrımcılığın biteceğini konu alan distopik bir dünyadan bahsediyor. Tabii ne kadar distopik tartışılır. Filmin aslında bir bölümü için distopik diyebiliriz, geri kalan unsurları hayatımızın neredeyse her anında yaşıyoruz. Küçüklüğümüzden beri bize dayatılan ve kodlandığımız her şey kulağımıza “güzel” olmamız gerektiğini fısıldıyor.
Mesela genç kızken annemin bana hemen hemen her gün verdiği “nasihatlerden” birisi bugün hala kulaklarımda çınlıyor: “Dışarı çıkarken bir ruj mu sürsen, renklensen be kızım ha, hadi dinle sen anneni.”
O zamanlar ısrarla karşı durduğum bu nasihatin bugün yerinde beynime tohumları ekilmiş olan renksiz olma korkusu var. Çünkü renksiz olmak yorgunluk, renksiz olmak “çirkin” olmak demekti. Ve bir kadın renksiz olmamalıydı. Renkli olursa ancak bakımlı ve güzel kabul edilirdi. Hayatım, özellikle ergenliğim, daha hokka bir burun, daha parlak bir cilt ve daha şekilli saçlar hayal ederek geçti. Çünkü kodlandığım şekillerden, güzel kabul edilenden farklı özelliklere sahiptim. Yıllar geçti ama ben bunların hiçbirine sahip olamadım. Örneğin cildimin hayal ettiğim seviyeye gelmesi için benim yeniden doğmam ve başka DNA’lara sahip olmam gerekiyor. Cilt doktorum bu rüyama asla kavuşamayacağımı bana bizzat iletti. Büyük hayal kırıklığı. Burnumun istediğim gibi olması içinse bıçak altına yatmam gerekiyor, kesin bilgi. Saçlarımın daha şekilli ve dolgun olması meselesi ise amansız bir efor gerektiriyor. Belki yüzlerce kaynak yaptırırsam olabilir. Lensle gözlerimin rengini değiştirsem daha mutlu hisseder miydim acaba? Bunları yazmak bile yorucu, bu toksik düşüncelerle yaşamak ise yorucudan da öte. Tüketici…
Herkese body shaming yapılan bir dünya…
Bünyemde yarattığım bu durumdan önce kendimi sorumlu tutsam da aslan payını toplumun bana dayattığı güzellik standartlarına vermem sanırım yanlış olmaz. Bu gözler dünyanın en özgüvenli görünen ve ünlü kadınlarına bile body shaming (beden aşağılama) yapıldığını görüyor sonuçta. Bridget Jones’un aşırı kilolu olduğunu bize kabul ettirmeye çalıştıkları gün zaten bu savaşı kaybetmemiş miydik? Hamile oldukları zaman Kate Middleton ve Kim Kardashian’ın karınlarının büyüklüğünü yarıştırmamış mıydık? Kim adeta bir “balinaydı”, Kate ise “fazla zayıftı”. Hamile kadınların bedenlerinin bile dalga konusu olduğu bir kara delikte hiçbir kadının sonunda kazanamayacağı bir savaş bu belki de. Bir de yakın zamanda Miss Turkey 2024 kazananının zorbalanması var, ona da hiç girmeyelim.
Hal böyleyken kendi bedeniyle veya güzelliğiyle ilgili sıfır sıkıntısı olan bir kadınla karşılaşmanın da mümkün olmadığını biliyorum. Şüpheye düşmenin ve zaman zaman sorgulamanın da normal olduğu kanısındayım.
Bu anlar geldiğinde ne yapmalı, nasıl çıkmalı işin içinden?
Bu çıkmazın çözümüne yardım eden, diğer bir deyişle beden kabulünü domine eden iki farklı kamp var. Temelde benzer gibi görünseler de birbirlerinden bazı çizgilerle ayrılıyorlar. Her iki hareket de bedeni kutlamayı ve sevmeyi teşvik ediyor. Biri yıllardır var olan ve büyük ihtimalle hepimizin bildiği beden olumlama. Diğeri ise bir süredir hayatlarımızda yer edinen beden tarafsızlığı. Her gün kendine iltifat etmek, kendine iyi hissettirecek notlar bırakmak, koşulsuz bir öz sevgiyle kendini sevmek… Tüm bunlar “team beden olumlamayı” işaret ediyor. Beden tarafsızlığının yakıtı ise bedenin neler yapabileceğini takdir etmek ve öz farkındalığa odaklanmak.
Beden olumlama, gerçekçi olmayan güzellik standartlarına ve ideallerine meydan okurken kişinin değerinin toplum tarafından belirlenmesine karşı çıkıyor. Şekil, boyut, renk, cinsiyet veya yeteneklerin bir önemi yok. Bunlardan bağımsız olarak bedeni her koşulda sevmeye inanıyor. Kişinin benzersizliğini, kusurlarını, geçirdiği değişim ve dönüşümleri de kabul ederek tanıması ve kucaklaması da diyebiliriz.
Beden tarafsızlığı ise bedenle barışık olmak, bedene karşı duygusal ve fiziksel olarak tarafsız bir duruş sergilemek olarak tanımlanıyor. Bu yaklaşım, dayatılan kilolu olmak sağlıksızdır veya zayıf olmak sağlıklıdır gibi mitleri kabul etmez. Bedenin neye benzediğine bakmaksızın yapabileceklerine, günlük ihtiyaçlarına yoğunlaşır ve ona saygı duyar. Beden tarafsızlığı aslında öz nefret ve öz sevgi arasındaki kocaman boşluğu doldurmakta iyi bir iş çıkarır.
Her ikisi için de bazı eleştiriler mevcut. Beden olumlama, kişiye hissetmediği bir şeyi zorla hissettirebileceği gibi zaman zaman gerçekçi olmayabilir. Beden tarafsızlığı ise kişide fazla farkındalık geliştirmekten kaynaklı daha da olumsuz bir beden imajına yol açabilir.
Peki hangisi daha iyi? Neredeyse her konuda kutuplaştığımız bu zamanlarda bu iki hareket konusunda da kutuplaşmak en son ihtiyacımız olan şey olabilir. Bu durumda belki de yapılması gereken ikisi arasında bir denge bularak hayatımıza devam etmektir. Ve ayrıca bizi asıl güzel kılan yaptıklarımız, düşüncelerimiz ve fikirlerimiz değil midir?
#KendimeNot
Ben bu dünyayı terk ettiğimde kimse ne kadar güzel bir cilde, vücuda sahip olduğumdan bahsetmeyecek veya kalçalarımın ne kadar şekilli ve güzel olduğundan da. Gözlerimin rengine de değinmeyecekler. Sadece “güzel” görünmek ve zayıf olmak için bu dünyaya gelmiş olamayız. Olmamalı yani. Bundan daha fazlası olduğunu aklından çıkarma.