Narsizm Pandemisinde Aşk

Hepimiz overthinking’ten perişanız. O yüzden sözü klinik psikolog ve yazar Şule Öncü’ye bırakıyoruz.

YAZAR:
GettyImages-1315602047.png
Fotoğraf: Doruk Efe Çamlı

“Neden aşık oldum ben, o bana neden aşık olmadı, neden bu kadar acı çekiyorum, aşk kaç kişilikti, eskiden aşk daha mı kolaydı, modern zamanlar aşkları da mı bozdu?” Hepimiz overthinking’ten perişanız. O yüzden sözü klinik psikolog ve yazar Şule Öncü’ye bırakıyoruz.

Aşk nedir? Nasıl tarif edebiliriz?

Bu soruya verilen kişisel yanıt, bireyin erotik zekâsının ve duygusal olgunluğunun turnusol kâğıdı gibi gelir bana. Bu bakımdan okurlara öncelikle kendi yanıtlarını verip üzerinde düşünmelerini tavsiye ederim. Ben bir psikoterapist olarak bugün için zihnimde oluşan çerçeveyle şöyle tanımlayabilirim: Aşk, kaybetmekten korktuğun bir şeye kavuşmak ya da kavuştuğunu zannetmektir. O şey cinsel tutku olabilir, sende olmayana sahip olduğunu zannettiğin kişiyi içe alıp kendine mal etme illüzyonu olabilir, yarım kalmış çocukluğunu ebeveyne benzeyen partnerle yeniden sahneleyip tamamlama ihtimali olabilir, üstünlük fantezini elverişli öteki üzerinden yaşantıya dökme imkanı olabilir. Aşık birey genellikle ne yaşadığının aşıkken farkında olmaz, ancak aşk yaşanıp bittikten sonra geri dönüp baktığında az çok görebilir o aşkın kendi yaşamında neye hizmet ettiğini. Tabii içe bakma becerisi ve alışkanlığı varsa.

Aşk bir duygu mu yoksa kimyasal bir durum mu?

Duygular kimyasaldır aslında yani ikisi birden ve ikisi iç içe. Ve tabii işin bir de sosyo-kültürel boyutu da var.

Çok İlkel Bir Yerden Geliyor

Neden aşık oluruz peki?

İnsan davranışları büyük oranda hayatta kalmaya ve türün sürekliliğine hizmet eder ve tabii ihtiyaca mukabildir. Aşka yöneliriz çünkü üreme işlevinin yerine getirilmesi için bu yönde bir evrimsel belirlenmişliğimiz var. Aşka yöneliriz çünkü cinsellik ve yakınlık ihtiyacımız var ve bu ihtiyaçlar en tatmin edici şekilde aşk ilişkisinde karşılanır. Aşka yöneliriz çünkü kendimizden sıkılır ve mola almak isteriz. Bazıları da aşka kendinden kurtulmak için yönelir, hatta kendiyle kalmamak için kendini aşktan aşka fırlatır. Aşk bizi temel varoluş kaygılarından; yalnızlık, anlamsızlık, özgürlük ve ölüm kaygılarından bir süreliğine muaf kılar, içimizdeki varoluşsal boşluğun dolduğunu duyumsatır. Bu yüzden aşıkken sevişmek, yeri doldurulamaz bir deneyimdir.

Bazılarını Kaçıran Kaos

Aşk bir duygudurum bozukluğu olabilir mi? Ya da bir hastalık? Yani hissettiğimiz o kadar güçlü duyguları, (gelip giden, kıskanmaktan hızlıca aşka, sonra küslüğe vs. dönüşen duyguları) düşününce... Latince “Amantes amentes” deyimi, aşıklar delidir ya da bir başka deyişle aşk deliliktir der. Ne kadar doğru?

Aşık bireylerin beyin kimyası obsesif kompulsif bireylerin beyin kimyasına benzer. Ve evet aynı gün içinde ani ve sık duygudurum geçişleri ve bağımlılık davranışları gözlenir. Tek başımızayken az çok koruduğumuz içsel denge, aşık olunca bozulur çünkü. Birey hem hormonal, hem duygusal hem de zihinsel bir kaosa düşer. Çünkü bir iç içelik halidir aşk. Birey ötekini kendi sisteminin içinde, hatta tam ortasında bulur. Bununla da ayrıca baş etme zorunluluğu doğar. Bazıları sırf bu kaosu yaşamamak için aşktan ya da romantik ilişkiden sakınır kendini.

Hepimize Yer Var mı?

Peki aşk tek kişilik mi yoksa çift kişilik mi?

Aşkın bir illüzyonel bir de etkileşimsel boyutu var. Bütünüyle illüzyonel yani kapalı devre (bireyin kendi zihninde), sizin deyiminizle tek kişilik de yaşanabilir; nispeten daha etkileşimsel yani nispeten çift kişilik de yaşanabilir. Nispeten diyorum çünkü algı bireye özgüdür. Yani hepimiz kendi algıladığımız ve anladığımız şekliyle deneyimleriz hayatı. Bireyin ötekine ve ötekiyle özdeşimi üzerinden kendine yönelik idealizasyonu ne kadar gerçek dışı ise aşk namına yaşadığı ruhsal bedensel uyarıma atfettiği nitelikler ve yüklediği anlamlar ne kadar yüklü ise aşk o kadar kapalı devre hale gelir. Taraflar arasında ruhsal bedensel kimya yüksekse ve taraflar aşk ilişkisine kendilerine ettikleri vaatleri dayatmak yerine ilişkinin adım adım kendini gerçekleştirmesine fırsat veriyorlarsa aşk yaşantısı daha etkileşimseldir.

Aşk Bitti, Geriye Ne Kaldı?

Frédéric Beigbeder’in “Aşkın Ömrü Üç Yıldır” kitabından sonra bir kıyamet kopmuştu, neyse sonra ikinci kitabında durum değişti. Gerçekten aşka ömür biçilebilir mi? Biçilirse, ne kadar olur sizce?

Aşk, en nesnel tanımıyla cinsel tutkudur. Cinsel tutku genellikle 6 ay ila 3-4 yıl arasında hissedilir. İlk 6 ay yoğun cinsel çekim, stres, kaybetme korkusu ve dengesiz duygudurum hakimdir. 6. aydan 4. yıla kadar devreye yakınlık ve bağlılık girer. Yakınlık arttıkça tutku genellikle azalır ve aşk 3 ila 4 yıl içinde arkadaşça sevgiye evrilir. Yolun bundan sonrasında ilişki sürerse cinsel istek bilinçli bir kararla seçilmiş kişiye yönlendirilir. Yani 3 ila 4 yıldan sonra tatminkâr bir cinsellik yaşanabilir ama başlangıçtaki kaotik duygudurum ve tutku yatışmış olur.

 

“Aşka yöneliriz çünkü kendimizden sıkılır ve mola almak isteriz. Bazıları da aşka kendinden kurtulmak için yönelir.”

 

Peki, bu duygular yatışınca yani aşk bitince ilişkiye ne olur?

Başlangıçta kendiliğinden “oluveren” erotizm için artık çaba sarfetmek, arzuyu canlı tutmak için dikkat ve özen göstermek gerekir. İnsan doğasına özgü bu olağan “düşüş” yüzünden taraflar birbirini suçlamaya, çatışmaya ya da kayıtsızlaşmaya başlarsa, ilişkide dejenerasyon yani bozulma, yozlaşma ya da kopma olur. Hüsranı olgunlukla kabullenir ve yakınlığın güvenli alanında kendilerini gerçekleştirmeye odaklanırlarsa ilişkide rejenerasyon yani yenilenme, dirilme, büyüme olur. Dördüncü yıldaki yol ayrımında ilişkinin akıbetini belirleyen bu niyet ve tutumlardır.

GettyImages-1201616939.jpg
Getty Images

Narsistin Son Kullanma Tarihi

Zamane aşkları, o kadar dijital faktör girdikten sonra, yani ghosting’ten tutun da bradcrumbing’e, gerçekten aşk mı? Değilse ne demek lazım bu aşklara?

Narsisizm pandemisinde yaşıyoruz maalesef. Narsist birey için kendinden başkası sözlük anlamıyla yoktur. Dolayısıyla narsist birey kendine aşık değil, kendine mahkûmdur. İlişkilerini kendi zihninde kapalı devre yaşar.
Narsist bireyle yaşayacağınız aşk,onun fantezisi kadardır; onun idealizasyonu kaçınılmaz devalüasyona dönüşene kadar sürer ki bu süre genellikle altı ila on iki hafta kadardır.

Olgunlaştıkça Hayal Aleminden Çıkarız

Aşkın yaşla ilgisi var mı? Ya da farklı yaşlarda farklı aşkları mı deneyimleriz?

İnsan zamanla kendini tanımış, kendiyle barışmış, olgunlaşmışsa; 40’lı yaşlardan sonra algıladığı benlikle zihnindeki benlik ideali arasındaki uçurum daralmış ve hatta kapanmış olur. Bu ruhsal evreye ulaşabilen birey, zihnindeki benlik idealine, bir başkasını idealize ederek ve karşılığında kendini ona idealize ettirerek ulaşma yanılsamasına gerek duymaz artık. Yani cinsel tutkuyu yaşayabilmek için illüzyon gerekmez. Ötekiyle arandan ona varmana engel teşkil eden dev aynaları kalkmış olur. Benliğine kat çıkma telaşı biter. Böylece aşk, zihindeki inşaat gürültüsü olmadan yaşanabilir ki bu çok daha gerçek ve tatminkâr bir deneyimdir.

Arzu mu, Basit Bir Hoşlantı mı?

Aşk modern zamanlarda değişti mi? Mesela Rönesans dönemi aşkları ile günümüz aşkları arasında ne gibi farklar var hisler konusunda? Ve neden bu farklar var?

Aşk maalesef giderek daha fazla bireyin mahrum kaldığı bir deneyim haline geliyor. Bunda bireyi kendi kendisinin arzu nesnesi olmaya iten kapitalist propagandanın ve yol açtığı narsisizm pandemisinin etkisi büyük. Ayrıca bireyin zihni, imgelemi, duygu dünyası sosyal medya ve partner bulma sitelerinin işgali altında. Çevrimiçinde sadece dikkat değil bölünen, arzu aynı zamanda. Arzu bir kişiye yönelir ve imajinasyonla renklenip zenginleşebilirse, duygulara sirayet edip derinleşebilirse ortaya aşk çıkar. Arzu elli kişiye birden yönelirse kişi başına düşen arzu aşk olamıyor maalesef. Kısa ömürlü, cılız, tıknefes bir hoşlantı olabiliyor ancak.

Kapıları Kapatmayın

Cinsellik olmadan aşk olur mu?

Olur tabii, niye olmasın?

Aşka inanmaya devam edelim mi sizce?

İnanmak demeyelim de açık olmak ya da kendini sakınmamak diyelim. Ve evet açık olmalı çünkü kendini bilen iki yetişkin bireyin aşkı gerçekten de eşsiz bir yaşantı.

Nazan Özcan COSMO_EKIP_6333.jpg
Nazan Özcan
Sorumlu Yazı İşleri Müdürü
Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi mezunu Nazan Özcan, gazeteciliğe 1997’de Radikal gazetesinin hafta sonu ekleri Radikal İki ve Radikal Cumartesi’de muhabir olarak başladı. Bugün ise Cosmopolitan Türkiye'nin Sorumlu Yazı İşleri Müdürü.
Haftalık