Her Bebekle Bir Anne de Doğar!
Yeni ve muhtemelen daha iyi bir versiyona dönüştüğünüz bir yolculuk.
Annelik, dağınık ev, endişeli ve pijamalı anne ve ağlayan bebek klişesinden ibaret değil. Daha fazlası var. Yeni ve muhtemelen daha iyi bir versiyona dönüştüğünüz bir yolculuk.
“Üç ay yeter de artar,” dedim büyük bir özgüvenle. Doğum iznimden bahsediyordum ve ne ben ne de iş arkadaşım bu iddiamın gerçeklikten ne kadar da kopuk olduğunun farkındaydık. Hamileliğim boyunca, “aynı ben” olduğumu, sadece karnımın büyüdüğünü göstermek istercesine hunharca çalışmıştım. Normalde altı ay olarak planlanan doğum iznini yarı zamanda tamamlayabilecek birisi varsa o, kesinlikle bendim. Evet evet bendim! Emindim, hem de çok. Benim gibi tuttuğunu koparabilen bir kadın için annelik, hayatına bir çocuk eklemekten ötesi değildi ve ben en kısa süre içinde “kendime gelebilirdim”. Beni bekleyen yeni hayatı bir kenara alıp dönmenin planlarında kaybolmuştum.
Hayaller vs. Gerçekler
Evet, realist olduğumu düşünüyordum. Örneğin doğumdan sonra bedenimin bir anda eski haline dönmeyeceğini biliyordum. Ancak, iyileşmenin bedensel kısmından öte, zihinsel ve duygusal parçalarının uzun süreceğini düşünmemiştim. Geceleri sıkça uyanmak, bebeğimin ağlaması, gazı ve huzursuzluğu olacağını biliyordum. Ancak, geceli gündüzlü çalışmaya alışık olan kendime biraz fazla güvenmiş olmalıyım ki, bir bebeğin gerektirdiği fiziksel çabayı ve bu çabanın yarattığı beden ve ruh yorgunluğunun derecesini tahmin edememiştim. Hem de hiç. En önemlisi ise doğumun yaratacağı bedensel değişimleri ve bebeğin değiştireceği günlük rutinleri belli bir dereceye kadar öngörebilsem de, anneliğin kendisinin ne kadar çetin, ruha sancı veren kimlik krizleri, korkular, öncelik değişimleri ve çatışan duygularla gelebileceğini tahayyül bile edememiştim!
Topyekün Değişim: Matresans
Bugün azıcık araştırdığınızda anneliğin, çocuğa duyulan koşulsuz ve sınırsız sevgiden bağımsız olarak, oldukça zor yanları olan bir deneyim olarak ele alındığını görebilirsiniz. Ancak bu içeriklerde genellikle dağınık evler ve topuzlar, yorgunluklar, istenenden az bulunan eş ve çevre desteği ve çocuk bakımının getirdiği bunalma hissi ön planda. Oysa annelik dönüşümü bunların ötesinde, kişinin kendisi ile kurduğu ilişkinin de derinden değişimini içeriyor, ancak bu nadiren dile getirilebiliyor. Tam bu noktada, yakın zamanda popülerleşmeye başlayan bir kavram, bu açığı kapamamıza yardımcı olabilecek gibi görünüyor: Matresans. Kelime henüz Türkçeleştirilmemiş olsa da kabaca “anneliğe geçiş dönemi” olarak çevrilebilir. İlk defa 1973’te Amerikalı medikal antropolog Dana L. Raphael tarafından dile kazandırılıyor ve 2023’te Lucy Jones isimli bir bilim insanının aynı başlıkla yayınladığı bir kitap sayesinde popülerleşiyor. Matresans, anneliği biyolojinin ötesinde, sosyal, zihinsel, psikolojik, sosyolojik ve spiritüel katmanlarıyla topyekün bir dönüşüm olarak kurguluyor.
Bitmeyen Süreç
Bu değişimleri böyle tanımlamak ve aynı "ergenlik" gibi bir hayat evresi olarak isimlendirmek, toplumun anneden ve annenin kendisinden beklentilerini yeniden şekillendirebilecek konuşmaların kapısını aralıyor. Dr. Aurélie Athan şöyle diyor: "Matresans, bir kadının hamilelik öncesi, hamilelik, doğum veya taşıyıcılık /evlat edinme yoluyla doğum sonrası döneme ve ötesine geçiş yaptığı bir gelişim sürecidir. Matresansın süresi bireyseldir, her çocukla birlikte tekrarlanır ve bazen ömür boyu sürebilir! Değişimlerin kapsamı biyolojik, psikolojik, sosyal, politik ve ruhsal olmak üzere birden fazla alanı kapsar ve ergenlik dönemindeki gelişimsel itkiye benzetilebilir."
Annenin Doğuşu: İleriye Dönüşüm
Anneliğin, “hayatına bir çocuk eklemekten” öte, kendini ve duygularını baştan anlamaya varan bir yaşam fazı olduğu fikri, farklı ve bireysel deneyimlere anlam kazandırıyor. Zira, her kadın anneliğe geçişi kendine has duygusal veya sosyal yüzleşmelerle yaşıyor ve annelikle, kendine has duygularla tanışıyor.
Üç kadın, bunun farklı örneklerini bize anlatıyor...
“Büyük bir çaresizlik duygusu yaşadım” diyor Ayşegül (38), hafif hüzünlü bir duraksamayla. Ayşegül, Londra’da yaşayan bir psikolog. İstanbul’dan yüksek lisans için gittiği bu şehirde eşi, iki kızı, kedisi ve köpeği ile yaşıyor. Şimdilerde hem danışanlarına hizmet veriyor hem de farklı annelik tutumlarını incelediği doktora tezini tamamlıyor. Onu böyle hissettiren sadece hazırlıksız yakalandığı bir doğum değil, aynı zamanda hayatta kontrol edebildiklerinin sınırı ile yüzleşmiş olması: “Çocuğunuzu elinize veriyorlar, o kadar kırılgan bir şey ki... Canınız ama canını her şeyden koruyamıyorsunuz ve öyle bir çaresizlik ki bu, sizden büyük bir güce dayanmanız gerekiyor. İnsan, spiritüelliği ile yeniden, daha derinden tanışıyor” diye anlatıyor içinde yaşadığı değişimi.
"Artık Güçlü Hissediyorum"
Selin (35) ise bambaşka bir süreç geçiriyor, kendine güvenini topladığını söylüyor. En küçüğü 1 aylık olmak üzere üç çocuğu var. Hamburg’da yaşıyor ve doktor. Şöyle diyor: “Annem hep, ‘sen zora gelemezsin, bir çocuk yaparsan yine iyi’ derdi bana...” Bu tür yorumlarla gelişen öz algısı, altı sene önce anneliğe adım attığında değişmeye başlamış. Annelik beni zorladıkça ve o zorlukları aştıkça ‘yapabilirim’ demeye başladım. Şimdi çok güçlü hissediyorum” diyor.
İstanbul’da yaşayan ve yönetici asistanı olarak çalışan Melisa (29) ise 9 yaşında bir erkek çocuk sahibi ve “Hep anne olmak istedim” diye başlıyor sözlerine. Onun için şaşırtıcı ve zorlayıcı olan ise annelikle birlikte çelişik duyguları eşzamanlı yaşamak olmuş. “Anneliği hep toz pembe hayal etmiştim, düşündüğümden zor olduğunu anladım ve çokça kendi inançlarımla çeliştim” diyor. Aynı duruma Ayşegül, “Sevgi ve öfke, sabır ve sabırsızlık aynı anda yaşanıyor annelikte” diyerek değiniyor. “Annelikten bahsederken hep en büyük mutluluk kaynağı olduğu söylenir. Elbette ki neşe bu deneyimin büyük bir parçası, ama tek boyutu değil. Kadınların çoğu için annelik, sarsılan bir özgürlük hissi, beden kontrolü, yepyeni bir kimlik algısı ile geliyor... Neşe ve hüzün aynı anda yaşanıyor.”
Dönmek Yok, Dönüşmek Var
“Her bebekle bir de anne doğar” sözü doğru yani. Hayatın kadınlara getirdiği en zorlayıcı mücadelelerden birisi olan annelik, yepyeni bir yüzümüzle tanışmamızı, inançlarımızı ve değerlerimizi sorgulamamızı, “asla” dememeyi öğrenmemizi sağlıyor. Bu nedenle, anne olmaya basit bir değişim değil, köklü ve kalıcı bir dönüşüm olarak bakmak lazım. Yani anne olduğunuzda bir süre içinde ‘iyileşip’ eski hayatınıza geri dönmeyeceksiniz. Bu ilk bakışta hüzünlü bir kayıp gibi görünse de aslında yeni ve muhtemelen daha iyi bir versiyona dönüştüğünüz yolculuğun habercisi. Anneliğe adım attığınızda artık geriye dönmek yok, ileriye doğru dönüşmek var!